1. İDEALİZM VE İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR
    1. İDEALİZM

İnsanın gerçekliğe ya da deneyime ilişkin yorumunda ideal ya da tinsel olana öncelik veren, dünya ya da gerçekliğin özü itibariyle tin olarak varolduğunu, soyutlama ve yasaların duyumsal şeylerden daha temel ve gerçek olduğunu, gerçekliğin zihinden bağımsız olmadığını savuna öğretiye idealizm denir. Kuşkuculuğun, pozitivizm ve ateizmin tam karşısındadır.

İdealizm dünyadaki dışsal algılamaları, insanların hissel algılamalarına ya da düşünsel etkilere (idealar) bağlar. Dünyada olup bitenler, bu hissel algılamalar ve etkilere bağlıdır. Bunu yapan da Tanrı’dır. Tanrı, yaşamın nedenidir.

Aşağıda bazı kavramlar incelenecektir:

1.1.1. İde

1.1.2. İdea

Antik Yunan felsefesinde, ve özellikle de Platon’da ezeli-ebedi doğa, ya da öz, doğru ve kesin bilginin nesnesi, Tanrı’nın zihnindeki içerik; duyularımızla algıladığımız şeylerin, nesnelerin yetkin ilk örneği anlamına gelen terim. Platon öncesi dönemde, form, şekil, doğa sınıf ya da tür anlamını taşıyan idea Platon ile yeni bir anlam kazanmış ve bu kavramla anılmaya başlanmıştır.

Platon’da idealar, genel ve soyut kavramlar anlamındaki nesnel varlıklardır. Kendinde güzellik de bir ideadır, çünkü o algılanabilen ya da imgelenebilen tikel güzel nesnelerin tersine, kavramsal olarak kavranabilir.

1.1.3. İdeal

Filozof ya da düşünürlerin varolan düzen karşısındaki hoşnutsuzluklarının bir sonucu olarak tasarladıkları düzene; olması gerekene yönelen teorisyenlerin, birtakım ilkeleri temele alarak, insanların tam olarak gelişebileceklerini, gerçek bir refah ve mutluluğa ulaşabileceklerini düşündükleri toplum düzenine, gerçeklikte değil de, sadece düşüncede varolan düzen anlamında ideal düzen adı verilir. Nitekim düşünürleri böyle bir toplum düzenini belirleyen ölçütler olarak özgürlük, eşitlik ve adalet ilkelerini, birtakım idealleri temele almışlardır.

 

1.1.4. İdealist

1.1.5. İdealizmin Çeşitleri

Gerçekte varolanın zihin ve zihindeki ideler olup, gerçekliğin bilen insan zihninden bağımsız olmadığını ileri süren epistemolojik idealizm (öznel idealizm) ve gerçekliğin tin ya da ide cinsinden olduğunu öne süren metafiziksel idealizm (nesnel idealizm) olarak ikiye ayrılır:

Epistemolojik İdealizm (Öznel İdealizm) : Varlığın zihnen bağımsız olmadığını, bireysel varlıkların ya da fiziksel nesnelerin, onları algılayan ya da bilincinde olan bir zihinden ayrı ve bağımsız bir varoluşa sahip olmadığının savunan ve dolayısıyla, idealizmin tam karısında yer alan bir akım olarak epistemolojik idealizm, ilk kez onsekizinci yüzyılda, ünlü düşünür George Berkeley tarafından ifade edilmiştir.

Epistemolojik idealistlere göre, fiziksel gerçeklikle fiziksel gerçekliğin görünüşleri arasında farklılığı karanlıklaştırdığını savunmuşlardır. Mesela, bir idealist için bir masa hiçbir zaman sözcüğün gerçek anlamı içinde varolmaz. Onlara göre, bir masanın algısını ona ilişkin bir sanrıdan, çoğunlukla yapıldığı biçim içinde, ayıramaz. İdealist için fiziksel gerçeklikle, ona ilişkin sanrı arasında hiçbir fark yoktur.

Metafiziksel İdealizm (Nesnel İdealizm) : Kantı’ın ve Berkeley’in 18. Yüzyıldaki öznel idealizmlerini, Kant’tan etkilenen, Fichte ve Schelling, Hegel’in Metafiziksel İdealizmi izlemiştir. Kant’ın felsefesinde, reddedilecek ilk şeyin bilinemez olduğu söylenen çelişik kendinden şey kavramından meydana geldiğini öne süren söz konusu alman İdealistleri, kendinden şey kavramından vazgeçince, dogmatik ve nesnel bir idealizm içine düşmüşlerdir.

Nesnel idealizm için, insan ruhları kendinde şeyler değillerdir; onlar varoluş sözcüğünün gerçek anlamı içinde varolan şeyler olmayıp, yalnızca mecazi bir anlam içinde varolan şeylerdir.

1.2. AKIL

Salt bilgiye hakim olan, amaç ve sonuçlarla hiç ilgilenmeyen, bir fenomenin mekanik süreç içinde gözlenmesiyle sınırlı olan akla teknik akıl adı verilir. Buna karşın, nesne olmayı reddeden, varlığını özne olarak tanıyan ve varolan varlık olmak bakımından ele alıp sınıflayan akla ontolojik akıl denir.

 

Tarihsel sürecine bakıldığında;

İlkçağ’da zihinden bağımsız varlığı bilen akıl, Ortaçağ’da inancın hizmetinde olmuş; buna karşın, Modern dönemde bilimsel düşüncenin gelişiminin bir sonucu olarak parçalanmış hale gelmiştir. Aydınlanma Çağı’ndaki akıl, olağanüstü iki yanlı bir biçim alarak kendini takdim eder: Bir yanda akliliğin eleştirel, kuşkucu, özeleştirel anlayışı (Voltaire, Diderot), öte yandan Robespierre’in bir tapınma nesnesi haline getirdiği Akıl Tanrıçası’na varan aklileştirme vardır.

1.3.ONTOLOJİ

Ontoloji terimi ilk kez olarak, 17. Yüzyılda, metafizik teriminin muğlaklığından veya anlam belirsizliğinden sakınmak amacıyla kullanılmıştır. Terimi ilk kullanan Leibniz’dir. Wolff ise, ontolojiyi varlık olmak bakımından varlığın genel bilimi olarak tanımlamıştır.

Ontolojinin 3 ana dalı vardır:

  1. İDEALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ
    1. YUNAN İDEALİZMİ (İLKÇAĞ İDEALİZMİ)
    2. İdealist Yunan felsefesi, o çağın dini inançlarından doğmuştu. Zaman içinde daha önce gelen Platon, felsefesini bu dini inançlardan kesinlikle ayırma fırsatını bulamadı. Arisroteles’de felsefe biraz daha “laik” leşir.

      1. Platon (M. Ö. 427-347)

Platon’un görüşü geleneksel görüştür. Düşünce tarihinin tanıdığı ilk ve en büyük sistemin kurucusudur. Platoncuculuğu bu denli önemli kılan sebeplerden biri şüphesiz ki “form” kavramını ilk kez Platon’un getirmesidir. Bu kavram insanın düşünce sınırlarını bir anda genişletmiştir. Formlar teorisinin felsefeye ve genel düşünceye iki yönden etkisi olmuştur:

Platon, işe öncelikle bilgi konusuyla başlamış ve mutlak ve kesin bir bilginin var olduğu konusunda tümüyle dogmatist bir tavır sergilemiştir. Ona göre değişen hiçbir şekilde bilinemeyeceği için, insan zihninden bağımsız olan, değişmez bir varlık olmalıdır. Bu değişmez ve kalıcı varlıklara idealar adını verir. Gerçekten varolan şeyler idealardır.

Bilgiye yönelik araştırma Platon’a çoğunlukla şu biçimde bir sorunun yanıtlanması olarak görünür: “X nedir?”. X’e ilişkin bir takım örnekler sunulduğu zaman, O “birçok X değil, ancak tek bir X”i, “X’in kendisini”, “formu” ya da “idea”yı, ya da “öz”ü istediğini söyler.

Platon’a göre insan uzun yıllar matematiksel bilimlerle ve diyalektikle uğraştıktan sonra, varlığın ve gerçekliğin kaynağı olan iyi ideasını mistik bir tecrübeyle, özel bir sezgiyle tanır. Çünkü, İyi İdeası, söze dökülemez, kendisi tanımlanamaz ve açıklanamaz, fakat başka her şeyi açıklar.

İdealar, ezeli ebedi olan, yani yaratılmamış ve yok edilemez olan, zamanın ve mekanın dışındaki değişmez kavramsal varlıklardır. Kare, üçgen, ağırlık, beyazlık, vb. gibi ideaların maddi dünyada ortaya çıkan görüntüleridir, soluk kopyalarıdır.

    1. ALMAN İDEALİZMİ
    2. Alman İdealizmi deyimi ile başlıca Fichte, Schelling, Hegel ve Schleiremacher’i içine alan 19. Yüzyıldaki bir felsefe çığırı anlaşılır. Bu çığır, kendi içinde kapalı bir çığırdır. Alman İdealizminin düşünürlerini, aralarındaki bütün ayrılıklara rağmen, birleştiren nokta ve çıkış noktası Kant felsefesidir. Bu düşünürler için ortaklaşa olan amaç da, sıkı, sarsılmaz bir felsefe sistemi kurmaktır; hepsi için ideal, Kant’ın ancak “giriş”ini vermiş olduğu “gelecekteki metafizik”tir. Alman İdealizmin başka bir özelliği de, yaratıcılarının dinç bir dinamizm ve bir yaratma sevinci ile beslenen iyimserlikleridir. Onlar için şüphe, ancak gelip geçici bir duraktır.

      Bu düşünürlerin hepsi, daha baştan bütün idesine doğru yola çıkarlar; yapıtlarının hemen her biri yeni bir sistem tasarısı getirmek isterler; bu yüzden sistemlerini gelişmeleri boyunca değiştirip dururlar. Bu bakımdan alınırsa Alman İdealizmi, Kant ile zıtlık halindedir. Çünkü Kant için sistemden çok kritik önemlidir. Oysa Alman İdealistlerine göre kritik, olumsuz bir şeydir.

      Alman İdealizmi başlığı altında sırasıyla Fichte, Schelling ve nihayet Hegel incelenecektir.

      1. Johann Fichte (1762 – 1814)

Fichte’nin felsefedeki en önemli kavrayışı, temel çıkış noktası kendi özgürlük anlayışıdır. Ona göre, “irade” ya da “ben”, temel gerçeklik olup, özgürdür. Kant’ın ahlak felsefesinden esinlenmiştir.

Fichte insanların iyi ya da kötü olabilecekleri sonucuna da varır. İyi olanı, yani evrensel ahlaki amacın gönüllü araçları olmayı seçmişlerse, iyidirler. Buna karşın, duyu dünyasındaki makinenin bir dişlisi olmayı seçmişlerse, kötüdürler. Sadece iyi olan, ölümsüzlüğe hak kazanabilir.

Fichte’ye göre determinizm, teorik bakımdan ne kadar zorunlu olursa olsun, insanın değer ve onuruna aykırı birşeydir. O, salt teorik saydığı zorunlulukta, Fichte uzun uzun durup kalmaz; doğrudan doğruya, ahlaki bir varlık olan insanını özgürlüğünü temel olarak alır ve doğa dünyasını da ancak bu temel üzerinde anlamağa çalışır.

2.2.2. Friedrich Wilhelm Joseph Schelling (1775 – 1854)

Alman İdealizmi içinde, büsbütün romantik anlayışın içinde yer alır. Dünya görüşü, Kant’ta olduğu gibi ahlaki değil, estetiktir. Ona göre insan bilinci, en yüksek basamağına akıl ile belirlenmiş özgür eylemde değil, sanatın yaratmalarında erişir. Doğaya bakışı, Kant’ta olduğu gibi, determinizmle işleyen bir mekanik yapı değildir. Doğa, “ben” den bağımsız olan bir varlıktır; ama cansız bir madde değildir.

      1. Friedrich Hegel (1770 – 1831)

Hegel’de asıl gerçeğe spekülatif olarak, yani deneye hiç başvurmadan, salt düşünmenin sınırları içinde kalınarak varılmağa çalışılır. Çünkü felsefe Hegel’e göre, objelerin düşünce ile görülmesidir. Düşünce bunu başarabilir, çünkü objenin kendisi de suje gibi akılcıdır, suje ve obje aynı ilkenin, aynı aklın başka başka olan şekillenmelerdir.

Hegel’e göre önce “bilginin yürüyeceği yol, yani bilginin yöntemi ne olmalıdır?” sorusu üzerinde durup kalmamalıdır. Kant’ın istediği gibi, ilkin “bilginin yolunu” bulup sonra varlığı tanıyacak değiliz.

Hegel, Platon gibi ilk ilkenin nesnel evrensellerden meydana geldiği inancındaydı. Ama Kant’tan duyusal ve duyusal olmayan evrenseller ayrımını aldı. Aslında Hegel, büyük bir sistem kurarak, Kant’ın imkansız bulduğunu söylediği şeyi gerçekleştirmiş yani rasyonel bir metafizik kurmuş oldu.

Hegel’e göre, insan, bilgide kendisinin dışında olan, kendisini yaratmadığı ve insandan bağımsız olan bir dünyayı tecrübe etmektedir. Bu doğal dünya tümüyle zihnin eseridir, ama biz insanların zihinlerinin eseri değildir. Bilginin nesneleri ve dolayısıyla bütün bir evren mutlak bir öznenin, mutlak bir Zihin, akıl ya da Tinin ürünüdür.

Düşünce ile varlığın, mantık ile metafiziğin bir ve aynı gerçekliğin iki farklı yüzü olduğunu söyler Hegel. Hegel’in dinamik bir süreç olarak betimlediği bu mutlak varlık, onun diyalektik adını verdiği üçlü adımlardan oluşan hareketlerle değişir ve gelişir. İşte dünya, varlık, kültür ve uygarlık dediğimiz herşey, Mutlak Zihnin üçlü adımlardan oluşan diyalektik hareketlerinden meydana gelir.

  1. EPİSTEMOLOJİ (BİLGİ TEORİSİ)

3.1. Tanımı ve Klasik Problemleri

Felsefedeki bilişsel süreçlerin oluşumlarından ziyade, bilgiyi genel olarak ele alan, bilgiyle ilgili problemleri araştıran, bilginin kaynağını, doğasını, doğruluğunu, sınırlarını inceleyen bilimidir. Epistemololojinin kapsamı içinde kalan klasik problemler;

  1. Bilginin İmkanı Problemi: Bu problem içinde, bilginin hiçbir şekilde mümkün olmadığını savunan kuşkucu yaklaşım ile bilginin kesinlikle olanaklı olduğunu savunan yaklaşım yer alır.
  2. Bilginin Doğruluğu Problemi: Bilginin doğruluğunun düşünceler ya da bilgiler arasındaki tutarlılıktan oluştuğunu savunan doğruluk anlayışı; bilginin doğruluğunun bilginin apaçıklığından meydana geldiğini savunan anlayış ve bilginin doğruluğunun yararlılığıyla, belli bir amaca hizmet etmesiyle belirlendiğini savunan doğruluk anlayışı bu çerçeve içinde değerlendirilir.
  3. Bilginin Kaynağı Problemi: Bilginin kaynağında yalnızca aklın bulunduğunu savunan, yetkin bilgi örneği olarak matematiği gören akılcılıkla, bilginin kaynağında yalnızca algının, deneyimin bulunduğunu savunan ve bilgi örneği olarak da doğa bilimlerini gören emprizim, bu çerçeve içinde değerlendirilmek durumunda olan temel görüşlerdir.
  4. Bilginin Sınırları Problemi

3.2. Bilgiye Ulaşma Yöntemi Olarak İDEALİZM

Çeşitli felsefe akımları şimdiye kadar epistemoloji üzerine çeşitli görüşler geliştirdiler. Hegel’in kendinden öncekileri de toplayarak vardığı sonuç, idealist bilgi teorisinin en olgunlaşmış biçimlerinden biri sayılabilir ve bu felsefenin bilgi konusundaki anlayışının özünü yansıttığı kabul edilir. Bu anlayışa göre bilgi, bilenle bilinen, ya da bilen özne ile bilinen nesne arsındaki bir özdeşliğe dayanır. Bu özdeşliğin olmadığı varsayılırsa, bilinçle nesneler dünyası arasında, Kant’ın ileri sürdüğü çeşitten bir uçurum doğar ve bilgi mümkün olmaktan çıkar.

Amprizmin ilk bakışta buna farklı bakış getirdiği düşünülebilir. Çünkü amprizm, bilinçten ayrı bir maddenin varlığını kabul eder. Bilginin deneyden geldiğini söyler. Son analizinde bilgi, bir çeşit özne / nesne özdeşliği gerektirir. Bu nedenle Materyalist felsefeden bakıldığında da, amprizm idealizm olmaktan kurtulamaz.

İdealizme göre bilgi, hem nesnenin özü, hem de bu özün nesneden soyutlanması, yani bilgi edinilmesi işlemi olarak, nesnede içerilmiş durumdadır. Ancak, idealizm ve amprizm de, bilgi teorisi sorununu ancak bir özne / nesne özdeşliği çerçevesi içinde çözebilmeleri bakımından birleşir ve materyalist felsefeden ayrılırlar. Materyalizme göre, nesnenin tarihi ile bilginin tarih birbirinden ayrıdır. Bir örnekle; Michelangelo, heykeli yapmak için, mermerin gereksiz kısımlarını attığını söylerken, bitmiş heykel sanki mermerin içinde zaten vardı; heykelcini görevi, gereksiz (özsel olmayan) mermeri atarak içte yatan bu özü çıkarmaktı. Bunun yorumu, bir nesnenin bilgisi, o nesnenin özü olarak, gene o nesnenin parçası ise, o nesne içinde içerilmiş ise, ve bu bilgi, bilen özneye açık ise, gene idealizmin özne / nesne özdeşliğidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

S O N U Ç

 

Bilgi ve ona erişme yolları, varolan düşünce sistemleri itibariyle farklılık gösterir. Her felsefi akımın, epistemolojisi çok başkadır. Nesne ve özne birliği ya da ayrılığına göre görüşler ve yöntemler değişir.

Felsefe Tarihinde Hegel çok önemli bir temek taştır. Kendi Kant’tan etkilenmiş ama bir adım daha ileri giderek rasyonel metafiziği kurmuştur. Diğer Alman İdealistlerinde olduğu gibi O da kritismden uzaklaşır ve bütün idesine gider. Getirmiş olduğu diyalektik kavramı, diğer felsefelere temel olmuş ve bir çığır açmıştır.

 

Tüm Alman İdealistlerinde olan bütüncü ide felsefesi, bilgiye erişmede etkilidir. Çünkü bu, özne ve nesne birliğini gerektirecektir. Bu noktada idealizm, materyalizm ve amprizmden ilk etapta ayrılır. Materyalizm için nesne ve bilgi birbirinden bambaşka şeylerdir. Tüm gerçeklik, maddeye indirgenmiş durumdadır. Amprizme göreyse, bilginin kaynağı deneylerdir ve bilinçten ayrı bir maddenin varlığını kabul eder. Bu noktada materyalizme yakındır. Yine amprizm, bilginin deneyden geldiğini söyler. Ancak son deney aşamasında bir nesne ve özne özdeşliğini işaret ettiği noktada Materyalizm gözünde resmen idealizm tarafındadır.

İdealistlerin en büyük amacı, bilgiye özgürce erişmektir. Onlar kuşkuculuğun karşısında olup, iyimserdirler. Tanrıcıdırlar, tinsellik, ahlak motifleri önemlidir. Temelde düşünceyi baz alırlar. Onlara göre varlığın kurucusu, insan düşüncesidir ancak bu da bağımsız bir şekilde olmamıştır.

Ancak bilgiye erişme esnasında, bilginin doğruluk, imkanı ve kaynağı gibi sorunsallarda, kuşkucu olmamak ve iyimser olmak ne derece objektivite sağlayabilir? Ya da sadece salt akıl

Ayrıca bilgi her zaman da olanaklı olamayabilir ve böylece temin edilemez. Ayrıca bilgideki doğruluğun, sadece akıl ile doğruluğunun düşünceler ya da bilgiler arasındaki tutarlılıktan oluştuğunu savunan doğruluk anlayışına göre, herkesin doğruluk kriteri farklı olacağından bu da bir sorunsal olmaktan kurtulamayacaktır.

 

 

K A Y N A K Ç A