1. MADDENİN TANIMI
  2. Duyusal evrenin kendisinden meydana geldiği, meydana gelir göründüğü, ruhsal olmayan, fiziki, doğal, kalıcı, cisimsel, tümüyle ya da göreli olarak belirsiz olan töz. Mekanda bir yer işgal eden, elle tutulabilir ve deneyimsel olarak gözlemlenebilir olup, güç kullanmak suretiyle üzerinde eylemde bulunabilen “şey”dir.

    En temel özellikleri; yer kaplaması, girilmezlik olan maddenin ayrıca doğası itibariyle parçacık ya da atomlardan oluşması, bilinemez olduğu, fiziki etkinlik ya da değişme potansiyeline sahip olması, kütlesinin olmasıdır.

    Madde, farklı filozoflar tarafından çok farklı şekillerde tanımlanmıştır.örneğin Aristotales, doğada var olan her nesne türünün, özü ya da kendi özel formu tarafından belirlenen özelliklere sahip olduğunu belirtmiştir. Onda, tözleri, bireysel varlıkları birbirinden ayırt etme problemi, niceliksel ve fiziko- kimyasal bir problemden çok, niteliksel bir sınıflama problemi olarak ortaya çıkar. Ağırlık işte bu niteliklerden birisidir.

  3. MADDECİLİK (MATERYALİZM)
  4. Yalnızca maddenin gerçek olduğunu, madde ve maddenin değişimleri dışında hiçbirşeyin var olmadığını, varlığın madde cinsinden olduğunu öne süren görüş; yer kaplayan, girilmez, yaratılmamış ve yok edilemez, harekete yetili maddenin, evrenin biricik ya da temel bileşeni olduğunu savunan varlık anlayışıdır.

    Evrendeki tek tözün madde olduğunu, varlığın fiziki bir nitelik taşıdığını ve evrende tinsel bir tözün bulunmadığını öne süren görüş, ve indirgemeci bir öğreti olarak maddecilik yalnızca maddeye varlık yükler, zihin ya da ruha bağımlı bir gerçeklik ya da ikinci dereceden bir varlık verir veya ruhun hiç bir şekilde var olmadığını öne sürer. Gerçek dünyanın, halleri ve ilişkileri itibariyle değişen maddi şeylerden meydana geldiğini savunan maddecilik, maddi bir şey ya da nesneyi ise, sadece mekan ve zaman içinde olma, şekil, büyüklük, kütle, katılık, sıcaklık türünden fiziki özellikler sergileyen bir şey olarak tanımlar.

    Materyalizm, dünyanın ezeli ve ebediliğini, Tanrı tarafından yaratılmış olmadığını ve de zaman ve mekanda sonsuzluğunu kabul eder. Bilinci maddenin bir ürünü olarak kabul eden Materyalizm, onu objektif dnyanın yansısı sayar; ve bundan ötürü, dünyanın bilinebilirliğini kabul eder. Felsefe tarihinde Materyalizm, bir kural olarak, dünyayı doğru bir biçimde anlamakta ve insanın doğa üzerindeki gücünü arttırmakta yararı bulunan ilerici sınıf ve tabakaların dünya görüşüdür.

    Materyalizm bilim alanındaki ilerlemeleri özetleyerek, bilimsel bilgi ve metotların gelişimini hızlandırmıştır; buysa, insanın pratik faaliyetini ve üretim güçlerinin gelişimini etkilemiştir. Materyalizm bilimlerle olan karşılıklı aksiyon sürecinde değişmelere uğramıştır. Antik materyalizm’in genel çizgisi, dünyanın maddeselliğini ve insan bilincinden bağımsız varlığını kabul etmesidir. Orta Çağ’da ve Rönesans sırasında, materyalist akımlar tabiatla Tanrı’nın ebedi-birliği öğretisi bçimlerinde kendilerini göstermişlerdir. 17. ve 18. Yüzyıl materyalizmi, hızlı bir gelişme halinde bulunan mekaniksel ve matematiksel bilgilere bağlı olarak gelişmişti. Materyalizmin glişimindeki bir diğer adım 19. Yüzyılın ikinci yarısında Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinde devrimci demokratların felsefesi olarak gelişmiştir. Materyalizmin en yüksek ve en kararlı biçimi, 19. Yüzyılın ortalarında Marx ve Engels tarafından yaratılan diyalektik materyalizmdir.

    Materyalist bakış açısı açık bir biçimde realist bir bakış açısıdır; o, bize deneyde verilen dünyanın doğru gerçeklik olduğunu düşünür.

  5. İLKÇAĞ MATERYALİSTLERİ
    1. Thales
    2. Thales felsefe tarihinin başında bulunan düşünürüdür. İonia’da Milet’de yaşamıştır. Tales’in felsefesinin özü her şeyin sudan oluştuğu düşüncesidir. Her şey sudan türer ve yine suya döner. Düz bir tepsi gibi olan yer de su üstünde, sonsuz Okenaos’ta* yüzer.

      Thales’i ilk planda ilgilendirmiş olan konular, gökyüzü ile yeryüzündeki olaylardır. Bütün gözlemlerinde, suyun hem yapıcı, hem yıkıcı gücünü, denizin sonsuzluk ve tükenmezliğini çıkarmış. Doğayı açıklamak için girişilen bu en eski denemelere belli bir düşünce kılavuzluk etmektedir, bu da; “Hiç’ten hiçbir şey meydana gelmez” düşüncesidir. Bu nedenle kendisi meydana gelmemiş ve yok olmayacak olan bir varlığı her şeyin ilk nedeni olarak kabul etmektedir. Meydana gelmemiş ve yok olmayacak olan varlık da, kendi kendisiyle özdeş kalan,kalıcı olan bir ana maddedir, arkhé’dir. Thales’in göz önünde bulundurduğu da maddi varlık olan su’dur. Her şey ana madde olan sudan çıktığı için ondan kurulmuştur.

    3. Anaximandros
    4. Anaximandros’ta Miletli bir filozoftur. Güneş saatini bulduğu ve ilk haritayı çizdiği söylenir.

      Anaximandros da, Thales gibi, arkhé sorunu üzerinde durmuştur. O da varlıkların kökeninin, anamaddenin ne olduğunu soruyor. Ona göre ilk–maddenin sonsuz, tükenmez olması gerekir, çünkü ilk madde sonsuz yaratmasında sınırsız ve tükenmez olduğunu gösteriyor. Thales de yeri çevreleyen sonsuz ve sınırsız Okeanos’ta ana maddeyi bulmuştu. Ama sonsuz kavramını ilk olarak açık bir şekilde belirleyip, bunu maddeye yükleyen Anaximandros olmuştur. Bu sonsuz ilk-maddeye Aperion (sınırı olmayan) adını vermiştir. Ancak Anaximandros ana maddeye sonsuzluk niteliğini yüklemenin dışında, daha da ileri gidip; ilk-madde yalnız sonsuz değildir, sonsuz olandır da diyor. Çünkü ona, daha yakın olan başka bir belirlenim yüklenemez.

      Anaximandros’a göre su ilk-madde olamaz, çünkü her belli, belirli şey sonlu ve sınırlıdır da, yani karşıtı ile sınırlanmıştır. Sıcak soğuk ile, sıvı olan katı olanla, aydınlık karanlıkla, vb. sınırlanmıştır. Her belirli olan, dolayısıyla sonlu ve sınırlı olan şey, meydana gelmiş olan birşeydir- sıcak soğuktan, sıvı katıdan oluşur- ve yeniden karşıtına döner. Böylece, birbirinin karşıtı olan şeylerden biri, öteki karşısında zaman zaman ağır basar; bu da, bunların içinden çıktıkları sonsuz ana madde içinde yeniden arınmalarına kadar sürer.

      Anaximandros Aperion anlayışından çok özgün bir doğa görüşü geliştirmiştir: Aperion’dan önce sıcak ile soğuk oluşmuştur. Sıcak, başlangıçta soğuk ve karanlık olanı (biçimlenmekte olan yeri) bir alev küresi olarak bir kabuk gibi sarmıştı. Soğuktan iki karşıtı; katı ile sıvı doğmuştur. Sıvı’dan, yeri çevreleyen alev küresinin sıcaklığı yüzünden, buğular yükselip alev küresini halkalara, ateşle dolu olan hava tekerleklerine bölmüşlerdir. Bu tekerlekler de birtakım deliklerinden –güneş,ay- alevler saçarlar. Böylece hava (buğu) ile ateşin brleşmesinden gök meydana gelmiştir. Yer ise bir silindir, yuvarlak bir sütun biçimindedir ve boşlukta serbest olarak durur; gök de yerin etrafında döner. Yer önce denizle kaplı idi, yeryüzünde ilk meydana gelen canlılar da, suda yaşayan, balık gibi yaratıklardı. İnsan da, sonra, balığa benzeyen bu ilk canlılardan türemiştir; çünkü yardıma muhtaç bir çocukluk çağı geçirmek zorunda olan insanın, yeryüzünün bu ilk devirlerinde yaşamış olmasına olanak yoktur.

    5. Anaximenes

Anaximandros’u öğrencisi olan Anaximenes de Miletlidir. Anaximenes de arkhé sorunu üzerinde durur; o da, Anaximandros gibi, ana maddenin bu varlık temelinin birlikli ve sonsuz olması gerektiğini söyler.

Anaximenes’de, Thales gibi, bu sonsuz şeyi belirli br şeyle bir tutar. Ona göre ilk-madde hava’dır. Hava sonsuz bir hava denizi olarak evreni kuşatır ve yer de b hava denizinde düz bir tepsi gibi yüzer.

Anaximenes’in felsefeye iki yeni görüş olarak girmiş olan iki anlayışı vardır:

  1. Anaximenes, “bir hava (soluk) olan ruhumuz bizi nasıl ayakta tutuyorsa, bunun gibi, bütün evreni de soluk ve hava sarıp tutar” diyor. Böylece, ruh kavramı felsefede ilk defa ortaya çıkmış oluyor. Burada ruh, insanın canlı vücudunu bir arada tutan, onu canlı kılan, onun cansız bir yığın olarak dağılmasını önleyen “şey”dir; burada ruh,yaşam diye, canlı vücudu cansızdan ayıran diye anlaşılıyor ve soluk ile bir tutulduğu için, maddi birşey olarak düşünülmektedir.
  2. Bütün nesnelerin kendisinden çıkmış olduğu ana maddenin canlı olması gerektiğini ortaya atmıştır. Anaximenes havayı, hayatın ve ruhun asıl maddesi saymakla, genel olarak madde kavramı da, kendisinde birşeyler olan, birşeyler geçen madde kavramı belirmiş, bununla da bu maddede olup bitenler üzerinde, maddedeki süreç üzerinde düşünmeye de yol açmıştır.

Anaximenes’e göre: Hava, yoğunlaşma ve gevşemesi ile çeşitli nesnelere dönüşür. Genişlemesi ve gevşemesiyle ateş olur; yoğunlaşmasıyla rüzgarlar, bulutlar meydana gelir; bulutlardan su, sudan toprak, yksek bir yoğunlaşma derecesinde de taşlar meydana gelir. Böylece, ateş, sıvı ve katı – maddenin bu üç ana biçimi – özü bakımından hep kendisiyle aynı kalan tek bir ana maddenin çeşitli yoğunlaşma ve gevşeme evrelerinden başka bir şey değildir. Bütün var olanlar bu anamaddeden kurulmuşlardır ve her şey onun bu anlatılan değişmeleri yüzünden olur.

    1. Herakleitos

Herakleitos İonia’da Ephesos’ta doğup yetişmiştir. Yapıtı çok güç anlaşılır, karanlık bir üslup ile, özdeyişler biçiminde yazılmış olduğundan İlkçağ’da ona “Karanlık Herakleitos” denmiştir.

Herakleitos’un başlıca ilgisi, varlık sorununa yönelmiştir. O da, öz varlığın bütün değişiklikler içinde birliğini yitirmeyen o gerçek varlığın, o ana maddenin ne olduğunu araştırır. Ona göre, evrenin temel maddesi ateş’tir. Ateş, bütün var olanların ilk gerçek temelidir, bütün karşıtların birliğidir, içinde bütün karşıtların eridiği birliktir.

Herakleitos’a göre; evren boyuna akan bir süreçtir, başı sonu olmayan bir değişmedir, hiç durmayan bu değişme içinde kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur. Panta rei- her şey akar: bu onun ana görüşüdür. İşte ateşin ilk-madde olduğu düşüncesine de Herakleitos buradan varıyor.

Evren tükenmez canlı bir ateştir, sürekli bir yanma sürecidir. Daha doğrusu, dönümlü (periodik) bir süreçtir. Bunda, sürekli olarak, bir “yokuş yukarı” çıkaran, bir de “yokuş aşağı” indiren yol vardır. Evren ateşten meydana gelmiştir ve burada olup bitenlerin sonundaki bir “Büyük Yıl” da yeniden ateş tarafından kemirilecektir – yeniden doğmak için. Bu, böylece, nöbetleşe, dönümlü olarak hiç tükenmeden sürüp gider.

Bu sürekli oluş içinde durucu, kalıcı bir şey bulduğumuzu sanırsak, Herakleitos’a göre, bu, bir yanılmadır, bir aldanmadır. “Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. İkinci kez girdiğimizde bu ırmak büsbütün başka bir ırmaktır artık. Bu arada akıp giden sular onu başka bir ırmak yapmışlardır”. Karşımızda “aynı şey”in bulunduğunu sandığımız her yerde durum böyledir. Kalıcı şeyler varmış sanısına kapılmamız, değişmenin kuralsız değil de, belli bir düzene, belli bir ölçü ve yasaya göre olması yüzündendir. Bu ölçüye, bu yasaya Herakleitos Logos diyor. Evrende egemen olan yasadır, düzen ve akıldır (Logos).

Evren, bir yandan sürüp giden bir devinme, öbür yandan da karşıt şeylerin sonu gelmez bir savaşı olarak görünür. Bu karşıtlar ile bunların arasındaki savaş olmasaydı, evrende nesnelerde olmazdı. Çünkü nesneler, dönümlü ilerleyen bir yanma sürecinin evreleridir, savaşa egemen olan yasanın karşıtları uzlaştırmasından meydana gelmiş oan uyumlardır, birliklerdir. Dolayısıyla “savaş her şeyin babasıdır”; savaşı kaldırırsak dünyadaki bütün şeyler de ortadan kalkar.

Evrenin bu yasasını, Logos’u bilmek, tanımak aklın ödevidir. Logos’u tanıyıp öğrenen kimse de doğadaki bu akıl yasasını kendi eylemine de öçü olarak alacaktır; eylemine aklı kılavuz yapmakla da bu kimse, “genel”e bağlanmış olacaktır.

3.5. Anaxagoras

Anaxagoras dönemin en büyük bilginidir. İonia’da Klazomenai’de doğmuş. Matematik bilgileriyle ün salmıştır. Ay ışığını, ay ve güneş tutulmalarını doğru olarak açıklamış.

Anaxagoras göre; duyuların bilgi değeri sınırlı olsa bile duyu verileri araştırmalarımıza çıkış noktası olarak alınmalıdır. Ona göre de, Kesin anlamında bir meydana gelme ile yok olma yoktur. Görünürdeki oluşma ile yok olma, asıl olan, gerçekten var olan öz’lerin, tohum’ların birleşmesi ve dağılmasından başka bir şey değildir. Deney dünyasında nitelik bakımından ne kadar çeşitlilik varsa, nitelikçe biribirinden ayrılanokadar sperma (ana-madde) vardır. Duyularımızla kavradığımız nesnelerde sperma’ların hepsinden var ve nesneler kendinde ağır basan sperma çeşidine göre adlandırılır. Esnelerin nitelikçe değişmesi demek de; bileşimlerine yni sperma’ların girmesi ya da birtakım sperma’ların bu bileşimden ayrılarak belli bir sperma’nın üstünlük kazanması demektir. İlk-maddelerin bu gibi birleşmelerinden oluşan bütün nesnelerde, dolayısıyla her maddeden bir parça vardır. Temel maddelerin kendileri yalnız yalınç değildirler, sonsuz bölünebilirler. Nsnelerin nitelik bakımından çeşitli oluşu (sıcak, soğuk, ağır, hafif, kuru, yaş, gümüşten, altından v.b oluşları) sonsuz olduğundan, ana-maddelerin de nitelikçe ayrımları sonsuzdur.

Evreni kuran bu ana-öğelerin hareketi nasıl oluyor? Kendisinden öncekiler gibi gerçeği maddi bir şey olarak düşünen Anaxagoras, sayısız spermalar arasında, bütün ötekiler için hareket nedeni olacak maddeyi arar ve bunu kendi içinde canlı bir şey olarak düşünür. Bu madde, bütün ötekilerini kendinden harekete getirir. Ancak, diyor Anaxagoras, algılarımız bize evreni düzeni, ereği olan bir bütün olarak gösteririler; dolayısıyla hareketi sağlayan kuvvet de, düzenleyen, bir ereğe göre oluşturan bir kuvvet olacaktır. Onun için Anaxagoras, oluşu meydana getiren ilkeye, gördüğü iş düşünce yetisininkine benzediğinden, Nous adını verir. Ancak, düşünce yetisine, akla benzetildiği için Nous’u maddi olmayan bir ilke diye anlamamak gerekir. Nous da maddedir, yalnız pek ince, pek seçkin bir maddedir. O, bütün nesnelerin en incesidir, en arınmışıdır, yalnız başına olduğunda yalınç ve hiç bir şeyle karışmamış bir durumdadır; çeşitli niteliklerde görünmesine karşın, hep kendi kendisine eşittir, kendi kendine hareket edebilen biricik maddedir, bütün öteki varlıkların hareket ilkesidir.

Evrendeki oluşu meydana getiren hareketin başlangıcında Nous vardı. İlk hareketi sağlayan Nous’tur. Bu oluş sonra, mekanik bir şekilde (çarpma ve basınçlarla), ama Nous’un istediği yolda gelişmiştir. Başlangıçta sperma’lar (ana-maddeler) bir khaos içinde bulunuyorlardı, karmakarışık bir araya yığılmışlardı, onun için birbirlerinden ayırt edilebilen belirli nesneler henüz yoktu. Sonra Nous bu sperma yığınının bir noktasında bir çvrinti hareketi yaratmış, bu hareket yavaş yavaş bütün yığını sarmış. Bu hareketle benzerler bir araya toplanmışlar, yer meydana gelmiş; yer’in kenarından, çevrinti yüzünden, taşlar boşluğa fırlamış; bnlar büyük bir hızla fırlatıldıkları için kızıp akkor haline gelmişler – yıldızlar da böyle oluşmuş.

Anaxagoras; nasıl bir balçık yığını kendiliğinden bir heykel olamazsa, bunun için nasıl bir heykelcinin çalışıp bu balçık yığınına bir biçim kazandırması gerekirse, bunun gibi, sperma’ların khaosu, kendiliğinden, gördüğümüz düzenli, belirli nesnelerin dünyasını meydana getirmiş olamaz. Bunun için, düzenleyici, biçimlendirici bir kuvvet olan Nous’un işe karışması gerekir, diyor.

 

 

 

 

    1. Demokritos
    2. Demokritos İonia’da Teos’ta doğmuş. Mekanizm anlayışına en kesin biçimini kazandırmıştır. Demokritos da Anaxagoras gibi, felsefesine Elealıların öğretisini çıkış noktası olarak alır.

      Demokritos’a göre de “Varolan”, meydana gelmemiştir, yok olmayacaktır, değişmezdir, hep kendi kendisiyle aynı kalır. Ama “varolan”ın dışında bir de “varolmayan”, yani “boşluk”da, uzayda vardır. Uzay yüzünden “varolan”, kendileri artık bölünmeyen, görülemeyen kılıklara ayrılır. Demokritos bunlara atom (bölünemeyen) adının verir. Yine boş uzay yüzünden atomlar hareket olanağı da kazanırlar. Atomlar yapıca birdirler, hepsi cisimseldir, brbirlerinden yalnız biçimleri, boşluk içindeki yerleri ve düzenlenişleri, büyüklükleri, ağırlık ve hafiflikleri bakımından ayrılırlar. Atomlarda olabilen biricik değişiklik harekettir, yani yer değiştirmedir. Atomların birbirlerinden ayrılmaları, sadece nicelik bakımındandır. Onun için Demokritos atomlarda (bu gerçek varlıklarda) renk, ses, sıcaklık, soğukluk vb. niteliklerin bulunmadığını söyler. Renkleri görmemiz, sesleri işitmemiz, sıcaklığı duyumlamamız, tatlıyı, acıyı tatmamız, ancak, bir duyu yanılmasıdır, bir “karanlık” bilgidir. Duyular, asıl gerçeği, yani nesnelerin artık bölünemeyen son parçalarını (atomları) bilebilecek gibi keskin değildirler. Duyu bilgisi nesnelerin iç dokusunu, gerçek yapısını göremez, bunu ancak düşünen akıl kavrayabilir.

      Atomlar baştan beri kendiliklerinden hareket ederler. Kimisinin hareketi yavaş, kimisininki hızlıdır; bu da onların ağırlıkları ile ilgilidir. Boşlukta çşitli hızlarda hareket eden atomlar uayın büyükçe bir yerinde karşılaşınca burada bir yığılma olmuş, atomların birbirlerine çarpmalarından bir çevrinti doğmuş; bu çevrintide atomlar elenmiş: Kaba ve ağır hareketli atomlar ortada toparlanıp toprağı meydana getirmişler; hareketleri hızlı olan ince atomlar ise yukarıya itilip suyu, havayı ve ateşi oluşturmuşlardır. Anaxagoras gibi Demokritos için de ay, güneş ve yıldızlar çevrinti yüzünden boşluğa fırlayıp tutuşmuş olan taş yığınlarıdır.

      Nesneler dünyasının oluşmasına yol açan Anaxagoras’a göre Nous, bilinçli- akıllı bir ilkedir. Ancak Demokritos çok kesin bir mekanist görüş ortaya koyar: Evren yalnızca atomların çarpışmaları ve birbirleri üzerindeki basınçları ile oluşmuştur; evrendeki oluşa kesin bir zorunluluk egemendir; bütün olup bitenler, nedenlerden zorunlu olarak meydana gelmişlerdir. Böylece Demokritos, Anaxagoras’ın öğretisinde belirir gibi olan erek kavramını kabul etmediği gibi, rastlantı kavramını da açık olarak reddeder. Böylece Demokritos mekanist bir doğa biliminin temellerini atmış oluyordu.

    3. Epikuros

İ.Ö. 306 yılında Atina’da Epikuros okulunu kurmuştur. Epikuros Samos’ta doğmuştur. Ana eğilimi bakımından patik bir nitelik taşıyan, başlıca bir ahlak felsefesi olan Epikurosçuluğun ereği mutluluğa ulaşmaktır.

Epikuros için sağlam bir bilgi olmadan doğru eylem olamaz. Epikuros’a göre bu sağlam bilginin, doğru’nun ölçüsü teorik alanda: doğrudan doğruya edindiğimiz etkenlerdir; yani düşünceyi işe karıştırmadan edindiğimiz duyu verileri ile bunların bir çok defalar ortaya çıkımasından, yinelenmesinden doğan genel tasavvurlardır (prolepsis). Doğrudan doğruya verilmiş olan rüya görüntüleriyle kuruntular da bu genel tasavvurlar arasında yer alırlar. Doğru’nun pratik alandaki ölçüleri ise, haz ve acı duygularıdır (pathe).

Teorik ölçülerin konusu, nesnelerin kendisi olmayıp, bnlardan gelen kılıklar, yansılardır. Bunlar duyu organlarına gelirken birtakım değişikliklere uğramış olabilirler, dolayısıyla algılar nesneye tam uygun değillerdir. Şimdi, her türlü bilginin temeli, doğrudan doğruya verilmiş olan apaçıklığında aranmalıdır. Ama bu ölçüler de, insanın mutluluğunu sağlayacak bir dünya görüşü için yetersizdir. Bundan başka bir de, beklenilen için, algı ile hiç kavranamayacak ya da pek iyi kavranamayacak için bir “görüş” gerekir. Ancak, bu görüş, bize doğrudan doğruya verilmiş olana bizim tarafımızdan eklenmiş bir şey olduğundan, artık apaçıklık niteliğini taşımaz, yalnız bir sanı’dır, doğruluk değeri de, olsa olsa, bize araçsız olarak verilmiş olan duyu algılarına uygun olup olmadığına göre öçülür.

Felsefenin başlıca işi, insana mutluluk sağlamaktır. Felsefe de bunu, herşeyden önce, insanı tanrılar ile ölüm karşısında duyulan krkudan ve nesnelerin yapısı üzerindeki yanlış tasavvurlara bağlı olan budalaca ürküntülerden kurtarmakla yapabilir. Bunu da başarabilmek için, doğaya dayanan, doğal olan bir dünya görüşü gereklidir. Epikuros aradığı bu dünya görüşünü Demokritos’ta bulmuştur; onun dğa açıklamasını benimsemekle de atomculuğu diriltmiştir. Epikuros için de “gerçek varlık” boşluk ile atomlardır. Doğada bütün olup bitenler, atomların boş uzay içinde ki hareketlerinden meydana gelir. Demokritos’tan farklı olarak Epikuros; her öğenin kendine göre bir hareket doğrultusu, dolayısıyla bir yeri olduğunu benimser. Başlangıçta atomlar yukarıdan aşağıya doğru dzenli bir düşme hareketi içinde idiler (atom yağmuru). Ancak, böyle düzenli bir düşmede atomların birleşmeleri açıklanamadığından, Epikuros bazı atomların nedensiz olarak düşüş doğrultusundan biraz kaydıklarını tasarlar. Bu kayma yüzünden atomlar birbirina çarpmışlar, böylece bir araya birikmişler, birbirine uyanların bir araya gelmelerinden dünyalar oluşmuştur.

  1. 17. VE 18. YÜZYIL MATERYALİSTLERİ
  2. 4.1. Galileo Galilei

    İtalya’nın Pisa kentinde doğmuştur. Galilei de, “yeni bilgiler “ edinmek için düşüncenin içinde kapalı kalmamak, doğanın kendisine yönelmek, dneyi temel olarak alıp, buradan başlayarak, sistemli gözlemlerle ilerlemek gerektiği düşünce doğrultusunda kendisinden öncekilerle birleşir. Ancak onu ayıran şey, uzun ve yorucu çalışmalardan sonra, gerçekten işe yarayan, gerçekten yeni bilgilere vardıran bir yöntem geliştirmiş olmasıdır. Bu yöntemin özelliği, deney ile matematik düşünceyi birleştirmiş olmasıdır. Bu yöntem anlayışında, duyularla kavradığımız deney, araştırmanın biricik temelidir; bundan sonra düşünce ölçüye dayanan gözlemler ve deneyimler yaparak, fenomenler arasında bağlantılar kurarak doğayı kavrar ve böylelikle bizi salt deney bilgisinde kalmaktan kurtarıp kanıtlanabilen bir bilime yükseltir. Buna göre, dğayı yalnız duyuların gözü ile görmek yetmez; doğayı gerçekten kavramak, doğa alanında gerçekten yeni bilgilere ulaşmak için yapılacak şey; fenomenleri matematik ile çözümlemektir.

    Bu düşünceleri ile Galilei, bilimsel araştırmada deneyden kalkmak, yani tümevarımı kullanmak gerektiği savına bir ışık getirmiş oluyordu. Ona göre empirizmin anladığı gibi olan tümevarım, hiçbir zaman değeri olan bilglere vardıramaz. Çünkü böyle bir tümevarımın tam olması için bütün hallerin gözden geçirilmesi gerekir – bu da yersiz bir iştir; bu hallerin sayısı sonsuz olupta hepsi gözden geçirilemiyorsa; o zamanda tümevarım eksik kalır dolayısıyla da güvensiz olur.
    Galilei’ye göre, yapılacak şey; araştırılacak olaydan bağımsız olarak bi
    r ana önerme kurmak, sonra bir varsayım olarak otaya konmuş olan bu önermenin tek tek hallerde gerçekleşip gerçekleşmediğini gözlemler ve deneyimlerle kontrol etmektir.

    4.2. Hobbes

    İngiliz filozofudur. Hobbes’e göre; hr şey – maddi olan da, ruhi olan da, ayrı ayrı insanlarda olanlar da, devletlerde olup bitenler de, bunların hepsi – doğal nedenlere bağlıdırlar ve “doğal nedenler” tarafından tekanlamlı ve zorunlu olarak belirlenmişlerdir, “doğal nedenler” de her yerde –cansız doğada da, canlı doğada da- hep birdirler, hep aynıdırlar. Hobbes’ten başka hiç kimse bütün olayların bu ayrısız doğal nedenlere bağlı olduklarını böylesine bir tutarlılıkla ileri sürmemiştir.hobbes için Tanrı bile böyle maddi nitelikte “doğal” bir nedendir, doğal nedenlerin en üstünüdür. Hobbes’ta “bütün nedenlerin doğal olduğu” düşüncesine, bu nedenlerin cisimsel, maddi netelikte olduğu düşüncesi de bağlıdır.

    4.3. Helvetius

    Helvetius çevrenin ve koşullarının, toplumsal görüş ve ahlak değerlerinin oluşmasındaki önemine işaret etmiştir. Helvetius, kötü ahlakın kötü durum ve koşulların ürünü olduğunu söyler.

    Buradanda, kötü ahlakın değiştirilmesi için, koşulların değiştirilmesi gerektiği sonucunu çıkartmıştır. Ancak Helvetius bunu gerçekleşitrebilmek için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine ilişkin bilimsel bir açıklama yapmamıştır. Helvetius’un görüşüne göre, salt dahi bir yöneticininugulamaya sokabileceği yeni, ileri bir mevzuat toplumsal koşulların değişmesini sağlayacaktı. İşte bu noktada Helvetius idealist bir konuma düşmüştür.

     

     

     

  3. 19. YÜZYIL MATERYALİSTLERİ
  4. 19. yüzyılın ortalarında Marks ve Engels tarafından ortaya atılan diyalektik materyalizmdir. Bu nedenle öncelikle diyalektik materyalizmin bir tanımlanması çok yerinde olur.

    Diyalektik Materyalizm; Marks ve Engels tarafından oluşturulmuş ve Lenin ile diğer marksistler tarafından geliştirilmiştir. 1840 yıllarında ortaya çıkmış olan diyalektik materyalizm, bilimsel ilerlemeler ve devrimci işçi hareketinin pratiğiyle sıkı bir birlik içinde gelişmiştir.

    Eski materyalistlerin doktrinleri metafiziksel ya da mekanikseldi. Hegel sisteminde görüldüğü üzre diyalektik görüşü başlıca geliştirenler idealistlerdi. Marks ve Engels’in yaptığı; eski materyalistlerin öğretisi ile diyalektiği sentezleyip, tabiat bilimi alanındaki en son buluşlardan ve insanlığın tarihsel tecrübesinden hareketle, materyalizmin ancak, diyalektiksel olduğu takdirde bilimsel ve tutarlı olabileceğini göstermişlerdir.

    Diyalektik materyalizm; maddenin, tarihsel gelişmenin seyri içinde, parçalarından bazılarının zaman geçtikçe, başlangıçta sahip olduğu nteliklere indirgenemez oan yeni birtakım nitelikler tarafından zenginleştirilmesi suretiyle, biçim değiştirdiğini söyler. Kendisinde yalnızca fiziko- kimyasal süreçlerin ortaya çıktığı başlangıçtaki ölü kütle, bu süreçlerin yüksek bir karmaşıklık düzeyine ulaştığı belli bazı parçalarında, birden fiziko- kimyasal niteliklere indirgenemeyen yeni bir nitelik kazanmıştır. İlk organizmalar işte bu şekilde ortaya çıkmıştır.

    5.1. Marks Ve Engels

    Toplumcu düşüncenin en önemli temsicilerinden birisidir. 1818-1883yılları arasında yaşamış olan Alman düşünürüdür. Felsefenin Sefaleti, Kapital, Kutsal Aile, Alman İdeolojisi gibi eserlerin yazarı olan Marks, bir toplum teorisyeni ve düşünürü olarak, kariyerinin ilk döneminde yabancılaşma kavramı üzerinde yoğunlaşmış olmakla birlikte, esas olarak ekonomik yaşamla diğer toplumsal kurumlar arasındai ilişkilere yönelik çalışmalar yapmıştır. Özellikle diyalektik konusundaki görüşleri ve kapitalizme ilişkin eleştirileri ile bilinen Marks’a göre; gerçekten var olan her şey maddenin diyalektik hareketi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu nedenle diyalektik yalnızca dşünceler için geçerli olan bir yasa değil, doğada gerçekleşen aktüel bir süreçtir.

    Karl Marks, doğayı statik bir biçimde, sabit ve değişmez bir şey olarak düşünen “metafiziksel” bakış açısının tersine, doğayı kendi oluş ve gelişme süreci içinde düşünür.

    Marks 1844 yılında Engels ile tanıştı. Marks ve Engels’in düşünceleri ayrılmaz bir bütün oluşturur.

    “Yaşam bilinci belirler”

    Lenin şöyle der: “her felsefenin, özellikle modern felsefenin en büyük temel sorunu dşünceyle varlığın ilişkisi sorunudur. Öncesel öğe hangisidir, düşünce mi doğa mı?” ve şöyle yanıtlar; “Nesnel gerçeklik kendisini yansıtan isan bilincinden bağımsız olarak vardır.” Bu sylem Marksçı bilgi kuramının temel ilkesidir. Marks ve Engels’e göre “bilinç yaşamı belirlemez, yaşam bilinci belirler”

    Marks’a göre eski maddeci bakış açıların yeni maddecilikten ayırmak gerekir: “eski maddeciliğin bakış açısı burjuva toplumudur. Yeni maddeciliğin bakış açısı insan toplumudur,toplumsallaşmış insanlıktır.” Bu noktada Marks dkkatleri dış dünyaya uygulamaya çevirir. Şöyle der: “toplumsal yaşam özünde uygulamadır.” Öyleyse bu yeni düşünce içinde filozofun etkin bir biçimde dış dünyaya yönelmesi gerekecektir; “Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamaktan öteye geçmediler, ancak önemli olan dünyayı dönüştürmektir.

    5.2. Lenin

    Lenin, Marksçı düşünceyi daha da açık kılmaya çalıştı, üç temel yasaya dayanarak şeylerin evrimini, insanlık tarihinin gelişimin, bilginin değerini göstermeye yöneldi.

    Lenin’in Hegel diyalektiğine göre geliştirmiş olduğu üç yasadan biri karşıtların birliği yasasıdır, bu yasaya göre doğa karşıt öğelerden ya da karşıt güçlerden oluşmuştur ( itim ve çekim güçleri, artı ve eksi elektrik vb.). güçlerin çatışması her varlıkta br iç evrimi belirler. Bu çatışma elbet belli bir sınır içinde gerçekleşir, bu sınır aşılsa yıkım olacaktır. Bir başka yasaya, nitelikten niceliğe geçiş yasasına göre,evrim önce mekanik düzeyde gerçekleşir, nicelik düzeyinde gerçekleşir,sonra birikimle ve tam anlamında sıçrama ile ntelik düzeyine geçer (suyun yüz derecede kaynaması). Yoksanmanın yoksanması yasası, karşıtların çatışmasında yeni olanın bir öncekini gidermesidir (tohum bitkiyle giderilir, sonra meyva bitkiyi yoksar).

  5. VÜLGER MATERYALİZM

Vülger materyalizm,idealist felsefeye,özellikle de Alman idealist felsefesine karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Vülger materyalizmin Vogt, Büchner ve Moleschott gibi temsilcileri felsefi “hilekarlık” dedikleri şeyin karşısına çıkardıkları o zamanki tabiat blimleri teorilerini yaymaya uğraşmışlardır. Genellikle, felsefeyi reddederler; bütün felsefi problemleri, bilimsel somut araştırmalarla çözmeye kalkışırlar. Metafizik materyalizmin temsilcileri gibi, bilincin ve diğer sosyal fenomenlerin, fizyolojik süreçlerin sonuçlarından ibaret olduklarını; bu fenomenlerin alınan besiler, iklim vs. tarafından belirlendiğini düşünüyorlardı.

Vülger materyalistler, fizyolojik süreçleri bilincin nedeni olarak görürler; bundan, düşüncenin bir beyin salgısı olduğu sonucuna vararak, bilinç ve maddeyi özdeşleştirirler.