POLİTİK RİSK YÖNETİMİ VE ANLAŞMALAR

GİRİŞ

Politik risk uluslararasılaşma aşamaları içinde bulunan şirketler için oldukça önemli bir etki göstermeye başlamıştır. Özellikle uluslararası alanda çalışan şirketler çok değişik ülkelerde işlemler gerçekleştirmekte ve bunun sonucu olarak da çok farklı hükümetlerle ilişkiye girmektedirler. Hükümetler bir ülkeyi yöneten yönetim kurulu organları gibidirler ve ellerinde yasal güç bulunmaktadır. Bu da şirketlere hükümetlerle iyi ilişkiler içinde olma sonucunu doğurmaktadır. Her ne kadar iyi ilişkiler içinde de olunsa çoğu zaman işletmeler bir takım politik zorluklarla karşılaşmaktadırlar. İşte bu tür zorlukları önceden görebilmek uluslararası işlem yapan şirketler için oldukça önemli avantajlar sağlamaktadır. Bu tür risklerin var olması onların önceden incelenmesi sonucunu da beraberinde getirmektedir. Bu ödev politik risk ve uluslararası anlaşmaları içinde barındırmaktadır.

Ödevin birinci bölümünde politik riskin ne olduğundan bahsedilmektedir. Politik riski tanımlamak şirketler için girilen ve işlem yapılan pazar içinde kalabilmek ve karını ve rekabet edebilmesini sağlamak bağlamında oldukça önemlidir.

İkinci bölümde ise politik riskin analizi üzerinde durulacaktır. Bu bölüm iki ana temel üzerine dayandırılmıştır. Bu tür sorunlarla karşılaşılaşacağı muhtemel olduğu için işletmeler gerek makro gerekse mikro analizler yaparak karşılaşabilecekleri politik riskin ne olabileceğini görmeye çalışmaktadırlar.

Üçüncü bölüm ise farklı politik risklerin neler olabileceği konusunu irdelemektedir. İşletmeler bu risklerin neler olabileceğini daha o pazara girmeden önce tayin etmelidirler. Uluslararası yönetim için politik risklerin en önemlilerinin başında istimlak ve kamulaştırma gelmektedir.

Dördüncü bölümde ise karşılaşılan politik risklerin nasıl yönetilebileceği üzerinde durulacaktır.

Bu ödevin beşinci ve en son aşamasında da, anlaşmalar incelenecektir.

1. POLİTİK RİSK NEDİR?

Şirketler rekabet üstünlüğü elde etmek ve karlılıklarını arttırmak, istikrar sağlamak ve uluslararası ekonomik entegrasyonda güçlü bir yer kazanmak amacıyla uluslararasılaşma sürecinden geçerler. Çokuluslu şirketleri uluslararası arenada, bu avantajların yanısıra bazı tehlikeler de bekler: yatırım yapılan ülkede meydana gelebilecek yasal, etik, kültürel, politik vs. nedenlerden meydana gelebilecek anlaşmazlıklar bunlardan bazılarıdır. Şirketler genel olarak Politik Risk adı altında toplanan ve uluslararası ticaretten doğan bu gibi risklerle başa çıkmak ve minimum zarar görmek amacıyla bazı önlemler almak, taktikler kullanmak durumundadırlar.

Ükelerin birbirleri arasında politik işbirliği içinde olması, işletmelerinin uluslararasılaşmasını ve yurtdışı faaliyetlerini istikrarlı bir şekilde yürütebilmesini mümkün kılan en önemli etkenlerdendir. Ülkelerin bağlı bulundukları organizasyonlar, dahil oldukları uluslararası anlaşmalar, o ülkenin işletmelerinin önünü uluslararası işletmeciliğe açması açısından önemli rol oynamaktadır. Yatırım yapılacak ülkedeki politik istikrarsızlıklar, ithal yasakları, gümrük vergileri, kota ve ambargolar siyasal açıdan güvensiz ve yüksek risk taşıyan bir ortam meydana getirmektedir.

Uluslararası yönetimde politik risk, çokuluslu şirketlerin yabancı yatırımlarının evsahibi ülkenin politikaları tarafından sınırlanmasıdır. Politik risk genellikle seçimler, hükümet değişiklikleri, vergi değişiklikleri, grevler, yasal düzenlemeler, halk gösterileri, yapısal çökmeler gibi gelişmelerle tanımlanır. Şiddet içeren siyasi aktiviteler, ör. terorizm, adam kaçırma, askeri darbe, etnik ve ırk savaşları, sivil savaş gibi durumlar da politik riski oluşturan olaylardan bazılarıdır.

Çokuluslu işletmeler bir ülkeye yatırım yapacakları zaman o ülkenin ortam koşullarını da incelemek zorundadırlar. Bunun nedeni; politik durum, rekabet, teknolojik gelişmişlik seviyesi, sosyo-kültürel değişmeler gibi konularda doğru tahmin ve kararlar almalarını sağlamak ve bu bilgilere dayanan uzun dönemli planlarını içeren konularda doğru yaklaşımlar sağlamaktır. Politik güç bileşenleri şunlardır:

Uluslararası işletmecilikle uğraşan işletmeler, yatırım yapmayı düşündükleri evsahibi ülke ve dünya politik yapısını ve taşıdığı riskleri de iyi bilmek istemektedirler. Çokuluslu işletmelerdeki ortak hareket tarzlarından birisi de, ana ülkeye yakın politik eğilimleri benimsemiş ve politik istikrarlı sayılabllecek ülkelere yatırım yapma isteğidir. Ülkelerin birbirleriyle savaşları, devrimler, sık sık hükümet değişimleri ve politlk karmaşalar hem ulusal hem de uluslararası düzeylerdeki yatırımları büyük ölçüde etkilemektedir.

Evsahibi ülkelerdeki politik risk kaynakları şunları içermektedir

Bir ülkede yerleşmiş politik risk varsa, buna o ülkenin ekonomik çerçevesinde olduğu gibi sosyal, kültürel, dini ve etnik kimliği ile birlikte ele alınmadan gerçekten değer biçilemez. Bu bağlamda ‘ülke riski’, herhangi bir yabancı çevrede iş yürütebilmek için gerekli uygun ülke değerlendirmesinde daha uygun bir belirleme olur.

 

EKONOMİK FAKTÖRLER

POLİTİK FAKTÖRLER

DAHİLİ

  • Nüfus ve Gelir
  • Nüfusun bileţimi
  • Boyutu ve sektörel dağılımı

    Dil, din, ırk ve sınıf ayrımı

    Ekonomik büyüme

    Ekonomik ve politik gücün dağılımı

    Nüfus artışı

    Göç oranı

    Gelir dağılımı

     
    • İşgücü ve İstihdam
  • Kültür
  • Boyutu ve bileţimi

    Kültürel değer ve inançların temelini oluşturma

    Sektörel ve coğrafi dağılımı

    Dini ve ahlaki değerler

    Üretkenlik

    Yabancı veya modern etkileşimlerle yabancılaşma

    Göç

     
    • Sektörel Analiz
  • Hükümet ve Enstitüler
  • Tarım ve kendi kendine yetme

    Anayasal prensipler ve karşıtlıklar

    Endüstriyel büyüme ve dağılımı

    Ulusal enstitülerin esneklikleri

    Halk sektörünün büyüklüğü ve gelişimi

    Ordu, kilise, partiler, basın ve eğitim kurumlarının rolü ve gücü

    Ulusal öncelikler ve stratejik sektörler

     
    • Ekonomik Coğrafya
  • Güç
  • Doğal kaynaklar

    Önemli liderlerin geçmişleri vr tutumları

    Ekonomik çeţitlendirme

    Dahili güvenlik araçlarının rolü ve gücü

    Topografi ve altyapı

     
    • Hükümet ve sosyal hizmetler
  • Muhalefet
  • Hükümetin gelir kaynakları ve yapısı

    Desteğin gücü, kaynağı ve verimliliği

    Harcamaların sektörel ve coğrafi dağılımı

     

    Bütçe açığının boyutu ve gelişimi

    • Genel İndikatörler

    Program harcamalarındaki sertlik

    Grevlerin seviyesi ve sıklığı

    Merkezi gelir kaynaklarının bölgesel bağımlılığı

    Ayaklanmalar ve terörist saldırılar

    • Genel İndikatörler

    Siyasi tutukluların sayısı ve tehdit unsuru oranları

    Fiyat endeksleri

    Resmi rüşvetlerin büyüklüğü

    Ücret oranları

     

    HARİCİ

    • Yabancı ticaret
  • Finansal Destek
  • Mevcut ödeme dengeleri

    Finansal yardım, yemek ve askeri destek

    İthalat-İhracatın gelir ve fiyat esnekliği

    Tercihli ekonomik ve ticarei bağlantılar

    Büyük ithalat-ihracatın fiyat stabilitesi

     

    Ticaret şartlarının değişimi

    • Bölgesel Bağlantılar

    Ticaretin coğrafi bileşimi

    Sınır tartışmaları

    • Dış borç ve hizmetler

    Dışarıdan askeri tehdit veya gerilla faaliyetleri

    Kalmış yabancı borçlar

    Yakın ayaklanmalar, politik mülteciler

    Vade şartları

    • Yabancı yatırım ve sermayeye karşı tutum

    Gelir ve ihracatlar için borç hizmeti

    Ulusal yatırım kodları

    • Yabancı Yatırım
     

    Büyüklüğü ve önemi

    • Genel İndikatörler

    Sektörel ve coğrafi dağılımı

    İnsan hakları ile ilgili kayıtlar

    • Ödemeler Dengesi

    3. dünya ülkelerindeki terörist saldırılar

    Sermaye hesabındaki trendler

    Rezerv durumları

    Evsahibi ülke ile diplomatik veya ticari anlaşmazlıklar.

     

     

    1.1. Politik Risk’i meydana getiren etkenler

    1. Yasal faktörler:

    Ticaret işlemlerinin başlangıcındaki mevcut geçerli kanunlar

    1. Etik faktörler:

     

     

    1. Politik faktörler:

    Uzun dönem işlerin yerine getirilmesi süresince meydana gelebilecek yasal veya idari kısıtlar.

    1.2. Politik Risk Değerleme İklimleri

    Devletin yeniden görüşme isteklerini veya millileştirme değişikliklerini azaltmanın en etkin yollarından biri de Politik Risk Değerleme tekniklerini kullanma yoludur. Doğrudan yabancı yatırımlara uygulandığında, çalışmaları garanti eden üç ana iklim vardır:

    1. Ulusal İklim: Politik kargaşa, ayaklanma, yıkılmaya doğru eğilimlerin ölçüldüğü ulusal şiddetin düzeyi. Siyasi partiler arasında aşırılığa kaçma eğilimlerinin varlığ veya ortaya çıkan hükümet krizleri buna örnektir.
    2. Ekonomik İklim: Yabancı yatırım ikliminin bütün bir değerlendirmesi arasındaki uygun faktörler muhtemelen dış borç düzeyi, ödemeler dengesi açıkları, enflasyon oranları, devletin ekonomiye müdahalesi ve brüt sermaye yatırımlarıdır.
    3. Dış İlişkiler: Bir ülkenin bir diğer ülkeye beslediği düşmanlıktır. Örnek etkenler; savunma bütçelerinin büyüklüğü, silahlanma yarışı ve komşularıyla olan çatışmaların sıklığı olarak sayılabilir.

     

     

     

     

     

     

    2. POLİTİK RİSK ANALİZİ

    Politik risk analizi mikro veya makro açıdan olabilmektedir. Politik risk iki açıdan ele alınmaktadır.

    İşletmeler politik riski değişik şekillerde ele almaktadırlar. Bunların başında makro politik risk analizi gelmektedir. Makro politik risk analizinde başlıca politik kararların ülke içinde bulunan işletmeleri nasıl etkilediği araştırılmaktadır. Politik risk denildiğinde sadece hükümetlerin yaptıkları ya da yapmadıkları anlaşılmamalıdır. Bazı durumlarda politik risk tamamen hükümetlerin kontrolü dışında da oluşabilir. Makro politik risk analizinde yukarıda açıklandığı üzere, ülkede bulunan tüm şirketlerin üzerinde etkili olan tüm siyasi gelişmeler demek çok daha doğru bir tanımlama olacaktır.

    Fransada yapılan seçimlerle başa Chirac geçmiştir. Chirac sağ tandanslı bir politikacı olduğu için bunun Fransa’nın politik riskini etkileyeceği düşünülmüştür. Fakat esas sorun sol iktidarların hükümette bulunması sonunda ortaya çıkmaktadır. sol iktidarlar uyguladıkları politikalarla politik riski çok daha fazla arttırmaktadırlar. Örneğin Jamaika’da iktidara sol bir başkanın geldiği zaman özellikle Amerikan yatırımlarının miktarı oldukça azalmıştır.

    Bir ikinci risk analizi ise mikro politik alanda yapılmalıdır. Bu analizde hükümetin kararlarının belli bir sektör veya spesifik bir yabancı iş için olması durumunu incelemektedir. Bu uygulananlar daha çok belli bir sektöre uygulanan vergi, ev ve yeniden düzenlenmiş yasalarla ortaya çıkmaktadır.

    İşletmeler politik risk analizlerini gelecekteki politik ve sosyal çevrenin ne olacağını görmek için yapmaktadırlar bunların yapılış sistemlerine bakacak olursak karşımıza 4 temel yapılış biçimi çıkmaktadır. 4 farklı aşama bize politik muhtemel risklerin neler olabileceğini vermektedir.

    1. Subjektif- Bireysel Analiz:

    Birinci metod olarak karşımıza çıkan, bireysel-sübjektif analizdir. Burada kişiler bulundukları veya bulunacakları ortam hakkında kendi fikirlerini oluştururlar. Bu uygulanan, teknik politik risk analizinin en basit formudur. Butür fikirler devlette çalışan memurlarla yapılan karşılıklı konuşmalar ve fikir alışverişleri sonucunda oluşur. Bu metod çabuk bilgiler sağladığı için avantajlı olsa da bilginin edinildiği kaynağın kendi kişisel çıkarlarının devreye girmesi sonucunda oldukça hassastır ve çoğu zama da geçeği yansıtamamaktadır. Çünkü bilgiler bilgi kaynağının kendi çıkarına oldukça hassastır.

    1. Sübjektif- Grup Analizi:

    İkinci aşamada anlatacağımız bu yöntem adından da anlaşılacağı gibi bir kaç kişi ve ya grubun bir araya gelerek yaptığı bir çalışmadır. İki farklı metod uygulanarak yapılmaktadır. Bunlardan bir tanesi Bayesian Karar Analizi, ikincisi ise Delphi metodudur. Birinci yöntem olan Bayesian Kara Analizinde alternatif hipotezlerin gerçekleşme olasılığı belirlenir ve her yeni gelen bilgi için aynı metod uygulanır. Belli bir konuyu ele alarak bunun gerçekleşme olasılığı araştırılır. Bu yolla gelecekte olacaklar öngörmeye çalışılır.

    Bir örnek verecek olursak, üçüncü dünya ülkelerinin borçlarını ödememesi durumu ele alınır ve maliye ve ekonomi bakanlıklarından gelecek bilgilerle bunun olasılığı hesaplanmaya çalışılır.

    Bu yöntem bir önceki yönteme göre sadece bir tek kişinin fikirlerini barındırmadığı için daha geniş bir perspektife sahiptir. Olasılıklar daha iyi görülebilir.

    Diğer sübjektif-grup analizi olan Delphi Tekniğinde ise belli bir soruna uzmanların beraberce çözüm bulması çabasını içerir. Bu yöntem geribildirimlere dayanır. Uzmanlar tarafından yapıldığı için oldukça başarılı bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Uzmanların sorulara verdiği cevaplar ışığında tablolar oluşturulur. Bu yöntem nispeten pek pahalı olmayan bir yöntemdir.

    3. Objektif-Bireysel Analiz

    Politik riskin incelenmesi ve bilirlenmesi bu metodda objektif sayısal değerlere dayandırılarak yapılır. Bu yol ev sahibi ülke veya ülkeler grubuna uygulanır. Bu yöntem sadece sayısal değerler üzerine oturduğu için spakülasyonlara dayanmaz ve bize ülkeler arası karşılaştırma yapma imkanı verir. Çünkü bu metodda kullanılan sayısal kriterler her ülke için bulunabilmektedir.

    1. Objektif-Grup Analizi

    Bu yöntemde gerek işletme içinden gerekse işletme dışından uzmanlar kullanılır. Bu yöntem genel olarak sayısal çapraz ülke yaklaşımı olarak geçmektedir. Grubu oluşturan bireylerden değişik politik riskler için sıralama yapmaları istenir veya ülkelerin bu sunulan konulara karşı hassasiyetlerini tahmin etmeleri istenir.

    Örnek olarak iç savaş, genel grevler, radikal rejim değişiklikleri gibi. Fakat burada uzmanlardan kendi kişisel görüşlerinden çok eldeki verilere göre fikir oluşturmaları istenir. Amaç, bulunacak verilerin nispeten sübjektif kriterlerden uzaklaşılmasını sağlamaktır. Bunun sağlanması için de hep sayısal değerlerden ve geçmişten yararlanılır. Grevlerin sayısı, teröristlerin saldırı hedefleri ve sayısı gibi sayısal değerler kullanılır.

     

     

    Makro açıdan hükümet uygulamaları:

    Mikro açıdan hükümet müdahaleleri

    Makro toplumsal açıdan

    Mikro toplumsal açıdan

    3. POLİTİK RİSK ÇEŞİTLERİ

    Politik risk üç kola ayrılarak incelenebilir. Politik risklerin en başında transfer riskleri bulunur. İkinci olaraksa operasyonel riskler ve son olarak da Mülkiyet kontrolü riski vardır, fakat bunlar tek başlarına tüm politik riskleri kapsamamaktadır. İleriki bölümlerde farklı politik riskler üzerinde de durulacaktır.

     

     

     

    3.1. Transfer Riski:

    Transfer riski dendiğinde ilk akla gelen hükümet politikaları sonucu sermaye, ödeme, üretim, insan ve teknolojinin yurt içine veya yurt dışına sokulmasının sınırlandırılmasını anlamaktayız. Bu uygulamalar genellikle tüm ülkeler tarafından uygulanmaktadır. Ülkeler özellikle ihracat ve ithalat üzerine tarifeler uygulayarak bazı kısıtlamalara gitmektedirler. Her ülke hükümeti en temel görev olarak kendi ülke vatandaşlarını ve işletmelerini korumayı birinci planda tutarak bu tür uygulamalara gitmektedirler.

    Uluslararası işletmeler bakımından butün hükümet müdahaleleri kimi zaman çok can sıkıcı olmaktadır. Fakat önemli olan şey mevcut veya potansiyel pazarlarda olan veya olabilecek bu tür uygulamaları önceden görmek ve önlemleri ona göre almaktır.

    Transfer riski uluslararasılaşma sürecini belki de bir nebze de azaltan bir siyasal gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla beraber uluslararasılaşmanın ülkelere bir takım avantajlar sağladığını gözden kaçırmayan ülkeler bunu aşmaya çalışmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Avrupa Birliğinin serbest sermaye işgücü ve mal transferine izin verecek bir yapıda olışturulması buna en güzel örnek olacaktır. Her nekadar sınırlı sayıda ülke için geçerli de olsa bu uygulama değişik devletlere bir yön gösterebileceği için takdire şayandır.

    Hükümetlerin Avrupa Birliğinin çok gerisinden geldiği açıktır. Dünyada hala vizelerin uygulanması, ülke dışına para çıkşının engellenmesi gibi uygulamalar, bazı mallara uygulanan kotalar aktüel durumun iç karartıcılığının en büyük göstergeleridir.

    İşletmeler bu tür uygulamalara genellikle karşılaştıkları için gerekli çıkış yollarını bulabilmekte veya sermaye çıkışına izin verilmeyen durumlarda yatırım yapmaktan bile vazgeçebilmektedirler.

    Fakat her ne kadar iyi incelenirse incelensin butün uygulamalar her zaman görülemeyebilir. Hükümetler ani bir kararla bu uygulamalara başlayabilirler. Bunun sonucu olarak da ululararası işletmeler çok büyük zararlara uğrayabilirler. En çok korkulan şeylerin başında ani meydana gelen siyasi gelişmeler vardır.

    3.2. Operasyonel Risk (İşletim Riski)

    Uluslararası işletmelerin ilgili ülkedeki faaliyetlerinden doğan risklerdir. Operasyonel risk denildiği zaman hükümetin politika veta prosedürleri tarafından yerel operasyonların daraltılması anlaşılmaktadır. Bunlara örnek olarak fiyat kontrolü, finansal kısıtlamalar, ihracat taahütleri, vergiler ve yerel kaynak ihtiyaçlarını sayabiliriz.

    3.3. Mülkiyet Kontrolü Riski

    Mal sahipliği ile doğan riskleri içerir. Bunlar da hükümetlerin politikaları veya uygulamaları sonucu gerçekleşmektedir. Örnek olarak yabancı mülkiyet sınırlandırması, yerel iştirakler için baskı, haciz, kamulaştırma ve mülkiyet haklarını feshetme verilebilir.

    3.4. Diğer Riskler

    Yukarıda anlatılanlar genel perspektif içinde politik risktir. Daha spesifik olarak politik riksklere göz atacak olursak karşımıza şunlar çıkmaktadır;

    İstimlak(expropriaton)

    İstimlak bir uluslararası yöneticinin karşılaşabileceği güçlüklerden biridir. Eğer bir ülkede mülkiyet hakkı kesin olarak kanunlar tarafından korunmuyorsa, bu tür bir ülkede yatırım yapmak çok büyük bir risk almak demektir. İstimlak, taşınmazın mülkiyetinin hükümetin icraatı sonucu devlete geçmesi demektir. Bu tür bir uygulamada şirketin taşınmaz mallarından olan arsası ve binası kamulaştırılmış olur.

    Örneğin Türkiye’de bu tür bir uygulamayla şirketlerin karşılaşabileceği gerçeğini göze alarak yatırım kararı vermeleri gerekir. T.C. Anayasasının 46. Maddesine göre, “ devlet ve kamu tüzel kişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunda gösterilen esas ve usule göre” zorla el atmaya yetkilidir. Burada belirtilen kamu yararı çok geniş bir tabir olduğundan ve ödenen bedelin gerçek bedelin çok altında olmasından ötürü Türkiye’de yatırım yapmak oldukça riskli görünmektedir.

    Devletleştirme(nationalization)

    Devletleştirme istimlaktan çok daha sert bir uygulamadır. Bu uygulamanın sonucu olarak işletmenin tamamı devletin eline geçer. Uluslararası işletmenin tüm faaliyetleri devletleştirmeyle beraber durur. Çünkü üretim yaptığı tesis tamamen devletin eline geçmiştir.

    Hükümetlerin Uyguladıkları Para Politikaları

    Hükümetlerin uyguladıkları para politikaları da önemli bir risk oluşturmaktadır. Para politikası , devletin para politikası araçlarını kullanarak para arzı ve faiz oranlarını etkilemesidir. Bu tür uygulamalar işletmeler üzerinde direkt etkiler yapacaktır. Örneğin faiz oranlarını yükseltecek para politikası araçlarının kullanılması durumunda tüketiciler tüketmekten çok paralarını gelecekte yapacakları harcamalar için saklama yoluna gidecekler ve ekonomi daralacaktır. Uzun vadede faizler düşme eğilimine gircek de olsa ilk başlarda devletin uyguladığı para politikası yüzünden şirketler finansman işlemlerini çok daha maliyetli olarak yapacaklardır.

     

    Hükümetlerin Uyguladıkları Maliye Politikaları

    Maliye politikaları, devletin vergi gelirleri, transfer ödemeleri ve harcamalarla ilgili politikasıdır. Maliye politikası araçları kullanılarak işletmelere yeni vergiler yüklendirilebilir. Bu tür politikalar işletmeler açısından karı azaltıcı olacakları için hiçbir zaman iyi karşılanmazlar. Aynı zamanda gelir vergilerinin oranlarının arttırılması ekonomiyi daraltıcı etkiler yaratacağı için işletmeler dolaylı olarak etrkilenecekler ve mallarını satmakta zorlanacaklardır.

    Yukarıda başlıca politik risk alanlarından bahsettik. Fakat politik irski bu kadar sınırlı sayıda görmek çok yanlıştır. Politik riskler her zaman hükümetlerin yaptıkları sonucunda ortaya çıkmaz. Bazen hükümetlerin istekleri dışında da bazı politik gelişmeler olumsuzluklar yaratabilir. Poitik riski sadece tek başına da inceleyemeyiz bunun yerine sosyo-politik riskler demek çok daha doğru olacaktır. Aşağıda uluslararası şirketlerin karşılaşabileceği sosyo-politik riskler vardır.

     

    Genel çerçeve içinde çokuluslu işletmeler bu tür sosyo-politik zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Yukarıda belirtilen risklere bir ek daha yapmak gerekirse hükümetlerin yasalarda meydana getirdikleri değişiklikleri söyleyebiliriz.

    Yerel Yasalar

    Çağdaş demokrasilerde politik üç ana etmenden oluşmaktadır. Bunalrdan birincisi yürütme ikincisi yasama ve sonuncusu ise yargıdır. Bu üç organ birbirinden bağımsız şekilde işlerler. Bu yolla devletin bu üç gücünün birbirini denetlemesi sağlanmaya çalışmıştır.

    Fakat özellikle kara avrupa devlet anlayışını kabul eden Türkiye gibi ülkelerde yürütme yasamanın içinden çıkmakta ve bu iki gücün karşısında ise yargı tek başına kalmaktadır. Bunun sonucu olarak yürütmenin yaptığı keyfi bir takım uygulamalar yargı organı tarafından düzeltilmektedir. Fakat yasama organıyla bu kadar iç içe olan yürütme organı yani hükümet, gerekli yasal düzenlemeleri yaparak kendisini yargı organının boyunduruğu altından kurtarnaya çalışmaktadır. Örneğin Türkiye’de bu uygulama oldukça yaygındır. Yasalara hükümetin takdirine bağlı olarak herhangi bir işlemin yapılacağını belirten bir kanun çıkarılarak tüm yargısal engellerin önüne geçilmeye çalışılmaktadır.

    Her ne kadar hükümetler daha serbest bir şekilde tüm ekonomiye ve ticarete müdahale etmek isteseler de karşılarına bazen diplomatik sorunlar çıkmaktadır. Bu diplomatik sorunlar daha çok uluslararası şirketlerin ana merkezi olan hükümetle ev sahibi ülke arasında çıkmaktadır. İşte bu tür diplomatik sorunlar ve uluslararası işletmelerin ilgisini çekme isteği kimi zaman hükümetlere yapıcı yasal değişikler yapma zorunluluğu getirmektedir.

    Bunlar genellikle Uluslararası Tahkim hakkında çıkarılan yasalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Tahkim belkide hükümetlerin kendilerini aklamak için buldukları bir nevi risk sigortası olarak karşımıza çıkmaktadır.

    Bunun dışında uluslararası ticaretin yaygınlaşması ve teknolojinin gelişmesi sonucu ortaya yasal olarak fikri mülkiyet haklarının korunması da çıkar. Hükümetlerin yasalar çıkartarak fikri mülkiyeti de korumaları gerekmektedir. Eğer korunmazsa yeni teknolojiler geliştiren şirketlerin çok aleyhine bir durum söz konusu olacaktır.

    Uygulanan Siyasi Rejim

    Ülkelerde uygulanan siyasi rejiminde politik riski oluşturmada önemli bir etkisi vardır. Bu bakımdan en risksiz sistem olarak karşımıza liberalizm gelemektedir.

    Liberalizmin bırakın yapsınlar bırakın geçsinler ( laissez faire, laissez passer) felsefesi oldukça risksiz bir yöntemdir. Hükümetin bu rejimdeki tek rolü oyunun kurallarını belirlemektir. Fakat diğer sistemlerde bunun tam aksi karakter görmekteyiz. Özellikle rejim aşırılıklara kayıyorsa, yani aşırı sağ veya aşırı sol bir özellik gösteriyorsa bu durum çok net bir karakter kazanır. Özellikle bu durumların vuku bulması durumunda mülkiyet hakkı büyük ölçüde zedenleneceğinden politik risk karşımıza çıkmaktadır.

    Bunun en güzel örneğini İranda Şah rejiminin yıkılması sonrasında İrandaki Amerikan şirketlerinin başına gelenleri söyleyebiliriz.

    Politik sistemin karakteri hükümetlerin tüm hareketlerinde görülebilir. Rejim ne kadar sağa veya sola kayarsa hükümetlerin siyasal kararlar vererek tüm yaşama alanlarına girdiklerini görürüz.

     

    4. POLİTİK RİSKİN YÖNETİMİ

    Çokuluslu işletmeler, yatırım yapacakları yabancı ülkelerdeki mevcut ve olası politik riskleri önceden görerek, etkilerini yok etmeye ya da en azından azaltmaya çalışacaklardır. Bunun için detaylı bir şekilde yapılan risk analizlerinin sonucunda karşı karşıya kalabilecekleri risk faktörlerini belirleyerek bunlardan kaçınabilirler. Bazı risk yönetim metodları vardır:

    A) Üç boyutlu, kapsamlı bir iskelet oluşturulabilir; bu boyutlar;

    Politik Risk Tipleri: Transfer Riski, İşletim Riski ve Mülkiyet Kontrolü Riskini daha önce açıklamıştık.

    Genel Yatırım Tipleri

    Özel Yatırım Tipleri

    Yabancı yatırımın özel tipi, ekonomik faaliyet, teknolojik karmaşıklık ve mülkiyetin şekli ile alakalıdır. Ekonomik faaliyetin üç sektörü vardır:

    1. Birincil, öncelikli sektör: Tarım, ormancılık, maden araştırmaları ve çıkarmalarından oluşmaktadır.
    2. Sanayii sektörü: İmalat işlemlerinin gerçekleştiği sektör.
    3. Hizmet sektörü: Ulaşım, finans, sigorta ve bunlarla ilişkili endüstri.

    Teknolojik karmaşıklık, bilimle ilgili endüstriyel işlemlerle, mülkiyetin şekli ise işin tamamen mi yoksa kısmen mi sahip olunduğu ile ilgilidir.

    En az riskten en yüksek riske doğru giden 5 risk seviyesi belirlenir ve bu belirlenirken sektör, teknoloji ve mülkiyet kriterleri kullanılır. Birincil sektörler genelde en yüksek riski taşırlar, sanayii sektörü ise en düşük riski. Hükümetin ulaşamayacağı teknolojiye sahip şirketler en düşük riski taşırken, mülkiyeti tamamen elde tutulan şirketler de kısmen elde tutulanlara göre daha yüksek risk taşırlar.

    B) Kantitatif Yaklaşım Metodu: Şirket için önemli bazı faktörler saptanıp, bunlara değer verilip, bu değerlerin sonucunda çıkan değerlere göre maksimum ve minimum riskler belirlenir. Bunu Analiz konusunda detaylı olarak görmüştük. Bu değerleme, ülkelere göre farklılık gösterdikleri için, farklı ülkeler arasında risk yüksekliği ile ilgili bir sıralama yapılabilir ve yatırım açısında daha az riskli olan ülke seçilebilir.

    4.1. Riskin Yönetimi

    Risk oranı bu metodlar kullanılarak belirlendikten sonra, dikkatli bir şekilde formule edilen cevaplara göre minimize etme ya da sınırlandırma yoluyla riski yönetmek gerekmektedir. Bunun için kullanılan en yaygın metodlar şunlardır:

    A) Göreli Pazarlık Gücü: Şirket, evsahibi ülkeden daha fazla pazarlık gücüne sahip olmaya çalışmaktadır. Buna en iyi örnek, eğer operasyon istimlak edilmiş veya şirket kabul edemeyeceği hükümet kararlarına uymaya zorlanmışsa, şirketin, hükümetin ulaşamayacağı bir teknolojiye sahip olmasıdır.Zaman geçtikçe bu teknoloji yaygın hale gelir, hükümet tarafından erişilebilir olursa şirket pazarlık gücünü kaybetmeye başlar. Bunu engellemek için şirket teknolojiyi sürekli geliştirmek ve gücü yeniden dengelemeye çalışmak durumundadır.

    B) Koruyucu ve savunmacı teknikler: Çokuluslu işletmelerin operasyonlarında kendilerini istimlaktan korumaya ve/veya hükümetin müdahalesini minimize etmeye çalışmak amacıyla bu tekniklerin entegrasyonu ve uygulanması da politik riski yönetmenin bir başka yoludur.

      1. Evsahibi ülke ve diğer yerel politik gruplarla iyi ilişkiler geliştirmek,
      2. Ürünü ‘yerli’ ürün yapabilmek amacıyla, o ülkenin tedarikçilerini kullanıp olabildiğince yerel üretim yapmaya çalışmak,
      3. Joint Venture-Ortak Yatırımlar yapmak, operasyonu yürütmek ve yönetmek için yerel çalışanları kiralamak (bu ileride detaylı olarak anlatılacaktır.),
      4. Mümkün olduğunca yerel araştırma-geliştirme yapmak,
      5. Efektif işçi-işveren ilişkileri geliştirmek.

      1. Mümkün olduğunca yerel tedarikçiler gibi girişimde bulunmak ve tüm araştırma-geliştirme çalışmalarını ülkenin dışında gerçekleştirmek,
      2. Yerel personelin sorumluluğunu kısıtlamak ve sadece hayati değer taşıyan kişileri elde tutmak,
      3. Sermayeyi yerel bankalardan ve hükümetten sağlayarak dış kaynaklar kadar arttırmak,
      4. Üretimi birçok ülke sayısı kadar çeşitlendirmek.
      5. Bu tekniklerin hangisinin, hangi şartlarda, ne ölçüde kullanılacağına gelince; buna şirketin teknolojisine, yönetim becerilerine, lojistik ve işçi-işveren transmisyonuna bağlı olarak karar verilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu kriterlere göre dört temel şirket tipi vardır:

        1. Evsahibi ülkenin ihtiyacı olan bilgiye tek sahip olan, dinamik, yüksek teknoloji şirketleri. Bilgisayar şirketleri buna en iyi örnektir. Bu şirketler bütünleştirici tekniklerin uygulanmasına pek uygun değildirler. Bunlar evsahibi ülke ile mesafelerini uzak tutarak koruyucu, savunma tekniklerini uygulamayı tercih ederler.
        2. Alçak veya sabit teknoloji şirketleri. Bu şirketlerin üretimi fazla yenilik istemeyen veya daha az gelişmiş teknolojiye ihtiyaç duyan ürünlerdir. Çelik firmaları buna örnektir. Bu tip şirketler bütünleştirilmeye savunmadan daha fazla ihtiyaç duydukları halde, her iki yöntemi de yüksek oranda kullanabilirler.
        3. Bu tip şirketlerin yöneticilerinin yüksek beceri sahibi olmaları gerekmektedir. Örneğin yiyecek üretim şirketleri rekabetçi olabilmek için uzman marketing ve yönetim becerilerine ihtiyaç duymaktadır. Bu şirketler aynı ağırlıkta olmak üzere iki tip tekniği de kullanırlar.
        4. Bu tip şirketler, el emeği gerektiren ürünler üreten, satış için güçlü bir global marketing sistemine ihtiyacı içinde olan şirketlerdir. Dikiş makinası şirketleri tipik örnektir. Bunlar diğerlerinde çok daha fazla ve ağırlıklı olarak koruyucu ve savunmacı teknikleri uygular.

    4.2. Ortak Yatırımlar (Joint Ventures)

    Firmanın kendi politik risklerini değerlendirmiş olması, bu risklerin ortadan tamamen kalkacağı anlamına gelmez. Bir işletmenin kendi yatırım riskini sıfırlamasının bir yolu da ortak yatırım stratejilerini kullanmasıdır.

    Ortak yatırımlar bir çok değişik şekilde gerçekleştirilebilir. Yabancı firmalar birbirleriyle konsorsiyum yapabilirler veya evsahibi ülkedeki bir şirketle ya da devlete ait bir firmayla ortaklık yapabilirler. Ancak bu da istimlak riskini sadece azaltabilir, tamamen yok edemez.

    5. ANLAŞMALAR

    Çoğu ülkede, özellikle de sanayide gelişim içinde olanlarda, ülkeye gelen yabancı şirketin ev sahibi ülke hükümetini yatırımın her iki taraf için de yararlı olduğu konusunda ikna etmesi gerekmektedir.

    İki veya daha fazla tarafın bir konu üzerinde herkes tarafından kabul edilebilecek bir çözüme ulaşma yoluna Anlaşma (Negotiation) denir. Bu anlaşmalar politik risklerin değerlendirilme aşamasından sonra ortaya çıkar ve karmaşa yönetimine getirilebilecek çözüm yolu, anlaşma sürecinden geçer.

    Eğer ortada yüksek bir risk varsa çokuluslu işletme, yatırım yaptığı ülke ile en iyi anlaşma şartlarını sağlamaya çalışarak, yapmaya hazırlandığı yatırımı garanti altına almak ister; buna karşılık bazı tavizler vermesi de gerekebilir.

    En önemli anlaşma konuları, direkt finansal yatırım, vergiler ve mülkiyet kontrolüdür. Anlaşma yapmadaki temel amaç genelde yerel firmalarla Joint Venture yapmaktır. Bu anlaşmaların uluslararası ticaretin makro düzeyinde yapılması ise ülkelerarası anlaşmalarla gerçekleşmektedir.

    5.1. Anlaşma Süreci

    Aşamalar:

    1. Planlama: Anlaşmacı tarafların ulaşmak istedikleri amaçların belirlenmesiyle başlar. Bu amaçlara ulaşabilmek için mümkün olabilecek opsiyonların keşfedilmesi gerekir. Bundan sonra taraflara üzerinde düşünülmesi nedeniyle sunulur.
    2. Kişilerarası ilişkiler kurma: Diğer tarafta bulunan kişileri tanıma aşamasıdır. Kimin hangi konuda ne kadar sorumluluk sahibi olduğunun anlaşılması amaçlanır.
    3. Görev ile ilgili bilgilerin değiş-tokuş edilmesi: Her grup, kendilerine göre kritik olan konulardaki pozisyonlarını ileri sürer.Bu noktada katılımcılar, karşı tarafın ne almak istediğini ve ne bırakbileceğini bulmaya çalışır.
    4. İkna etme: En önemli aşamadır. Hiçbir taraf, vermesi gerekenden daha fazlasını vermek istememekle beraber sonuca ulaşabilmek için bir takım tavizlerde bulunmak zorunda olduklarının bilincindedirler.
    5. Sözleşme: Tavizlerin kabul edildiği, uzun ve zorlu görüşmelerden sonra anlaşmaya varılan final aşamasıdır. Bazı durumlarda bu sonlanma azar azar, parça parça olabilir; bu arada da sözleşme şartları ve tavizler tekrar gözden geçirilir. Sonuçlandığında ise, artık pazarlık masasından kalkılır ve uygulamaya odaklanılır.

    5.2. Anlaşmaları Etkileyen Kültürel Farklılıklar

     

    Tablo-2. Doğu Kökenli ve Batı Kökenli Yönetim Farklılıkları

    5.3. Anlaşma Taktikleri

    Uluslararası anlaşmalarda bazı özel taktikler, tarafları başarıya ulaştırmada önemli etken olurlar. Bunlardan en yaygın kullanılanları şunlardır:

      1. Pazarlık Davranışları

    zlü ve sözsüz davranışlar da anlaşma sürecinde tarafların birbirlerine üstün gelebilmeleri için gereken gücü kazandırabilecek taktiklerdir.

    1. Sözlü Davranışlar: Önemlidir, çünkü sonucu ilerletip genişletebilirler. Araştırmalara göre ilk defa duyulan önerilerde bulunan, çok fazla soru soran veya anlaşma sürecinin sonuna kadar çok fazla sözlü yorum yapmayan anlaşmacıların daha avantajlı oldukları söylenmektedir.

    Çeşitleri:

            1. Uç davranışlarda bulunmak: Bazı taraflar anlaşmaya çok uç tekliflerle başlarlar. Bunun olası faydaları şunlardır: (1) Bu teklifleri öne süren tarafın karşı tarafa, kendisinin istismar edilemeyeceğini göstermesi, (2) anlaşmayı uzatarak karşı taraf hakkında daha fazla bilgi edinilmesinin sağlanması, (3) tavizlere daha fazla yer açılması, (4) karşı tarafın, kendi tercihleri hakkındaki inançlarının değişmesi, (5) karşı tarafa, oyunun her zamanki normlarda oynanmaya hazır olduğunun gösterilmesi, (6) tahmin edilenden daha fazlasını kazanabilme olanağı.
            2. Söz vermeler, tehdit etmeler ve diğer davranışlar: Karşı tarafı etkilemek için kullanılan ve kültüre göre değişiklik gösteren davranışlardır.

    1. Sözsüz Davranışlar: İnsanların ne söylediğinden çok ne yaptığı bazen daha etkili olabilir. Sözsüz Dvranışlar bazen ‘sessizlik dili’ olarak da kullanılabilir. Bunlara tipik örnekler; sessiz periyodlar, yüzyüze dikkatlice bakışmalar, dokunma, çakışan konuşmalar sayılabilir.

     

    Uluslararası anlaşmalarda unutulmaması gereken, birçok değişik taktiklerin kullanıldığı, diğer tarafın da buna hazırlıklı olarak masaya oturulması gerektiğidir.

    6. SONUÇ

    Uluslararası arenaya çıkan işletmeler çok farklı ülkelerde çok farklı hükümet kararlarıyla yüzyüze gelmektedirler ve bu karşılaşama çoğu zaman işletmeler açısından büyük kayıplara yol açmaktadır. Bu bakımdan muhtemel politik risklerin neler olabileceği işletmeler tarafından çok iyi bir şekilde analiz edilmeli ve bunlardan kaçmak için çözümler aranmaladır.

    Her ne kadar çözümleri işletmelerin bulması yönünde bir açıklama yapmış da olsak, çoğu zaman politik riskler taşıyan ülkeler tek taraflı bir biçimde hareket ederek yabancı yatırımlara daha cazip gelebilmek için bazı tedbirler ve düzenlemeler yapmaktadırlar. Bunun en güzel örneğini de Türkiye’nin daha yakın zamanda kabul ettiği Uluslararası Tahkim yasasında görmekteyiz. İşte bu tür uygulamalar ülkelerde bulunan politik riskleri azaltmaya yönelik çabalar için de söylenebilir. Fakat unutulmaması gereken şeylerin başında ülkelerin uluslararası arenada tamamen bağımsız oldukları ve onların üzerinde hiçbir gücün bulunmadığı ve çoğu ülke tarafından da kabul edilen uluslararası hukuk felsefesidir. Bu şu anlama gelmektedir; Hükümetleri yaptıkları anlaşmalara veya çıkarttıkları kanunlara uyması yönünde baskı kurabilecek ülkelerin üzerinde herhangi bir organ veya kuruluş yoktur. Bu bakımdan politik risk daima çok iyi bir şekilde incelenmelidir.

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    YARARLANILAN KAYNAKLAR

     

     

     

     

     

    INTERNET